NAMİBYA SOYKIRIMI: BİR ALMAN KLASİĞİ

İklim ve coğrafi özellikleri nedeniyle, 17. yüzyıla kadar yerleşimin
olmadığı Namibya'nın
ilk halkları Herero,
Nama,
Orlam
ve Ovambo
kabileleriydi. Bölgedeki zengin altın ve zümrüt maden yataklarını ele geçirmenin yolunun
yerel Herero ve Nama halklarını yok etmek olduğuna karar veren Almanlar harekete geçti . Bölge, 1884'ün sonlarına doğru Almanya
İmparatorluğu himayesine girdi ve Alman Güneybatı Afrika’sı olarak sömürgeleştirildi.
Bu soykırımda yaklaşık 132
bin yerliden geriye 15 bini sağ kalabildi.
BAŞLANGIÇ: SOYKIRIMA GİDEN YOL

İlk Alman
toplulukları,
1885'te bölgeye geldi ve yerel halklardan Hererolar ile diğer kabilelere karşı
anlaşma yaptı. Daha sonra Hereroların anlaşmayı iptal etmesi üzerine Almanya,
bölgeye küçük bir askeri birlik gönderdi. Yerel halkın sayıca üstün olması
Almanya'yı kabile liderleriyle yeniden anlaşma yapmaya zorladı. Yerel halk,
geçimini hayvancılıktan sağlıyordu. Hayvanlarının veba yüzünden ölmesi yerlileri,
Almanların yanında çalışmak zorunda bıraktı. Yerlilere borç karşılığı Avrupa'dan
getirilen malların satılması, borcunu ödemeyenlerin topraklarına el konulması,
halkın köleleştirilmesi isyana yol açtı.
20. YÜZYILIN İLK SOYKIRIMI
Almanlara karşı ilk isyan eden, Nama kabilesi oldu.
12 Ocak 1904'te de Samuel Maharero
idaresindeki Hererolar, Alman sömürgesine karşı isyan
etti.

Almanya'nın bölgeye gönderdiği General Lothar von Trotha, 11-12 Ağustos
1904'teki Waterberg Savaşı'nda isyanı bastırdı ve
binlerce Herero ile Namayı çöle sürdü. Çöle gönderilenler, açlık ve
susuzluktan yaşamını
yitirdi. General Trotha, sömürge sınırları içinde görülen yerlilerin
vurularak
öldürülmesi emrini verdi.
O dönem bölgede bulunan ve Almanlara kılavuzluk eden Jan Cloete,
gördüklerini yazdığı mektupta şöyle anlattı: "Hererolar Waterberg'teki savaşta mağlup
edildiğinde ben de oradaydım. Savaşın ardından Almanların eline geçen erkekler,
kadınlar ve çocuklar acımasızca öldürüldü. Daha sonra Almanlar, kaçanların
peşine düştü. Yakaladıklarını vurarak ya da süngüyle öldürdüler. Heroro
erkeklerinin büyük bir kısmı silahsız olduğu için Almanlara karşı koyamadılar."
Almanlardan kaçan Hereroların bazıları,
İngiliz sömürgesi Bechuanaland bölgesine ulaşabilmek
için Omaheke
Çölü'ne gitti. Bunlardan sadece bin kadarı, Bechuanaland'a
ulaşabildi. General Trotha, kaçan Hereroların geri dönmesini engellemek için sınırlara çok sayıda asker yerleştirdi. Devriye gezen
askerler, yerlilerin su bulmak için kazdığı çukurlarda çok sayıda
iskelet buldu.

Vali Theodor Leutwein, Şansölye Bernhard von
Bülow'a yazdığı mektupta General Trotha'nın eylemlerinden duyduğu
rahatsızlığı dile getirerek şikâyet etti. Ordu üzerinde herhangi bir otoritesi
bulunmayan Şansölye von Bülow da İmparator II. Wilhelm'e Trotha'nın eylemlerinin "Hristiyanlığa
ve insanlığa aykırı olduğunu, Almanya'nın uluslararası saygınlığına zarar
verdiğini" yazdı.
1908'de Alman idaresinin tekrar kurulmasına
dek 100,000
insanın öldüğü sanılmaktadır. Olaylarda 19,000
alman askerinin yer aldığı düşünülmektedir. 1985 BM Whitaker raporuna göre,
65,000 Herero (nüfusun %80'i) ve 10,000 Nama'nın (nüfusun %50'si) 1904-1907
arasında öldüğü ya da öldürüldüğü düşünülmektedir. Başka kaynaklar toplam
sayıyı 100,000'e tamamlamaktadır.
Tam bu zamanlarda bölgede bulunan elmas yatakları, bölgenin önemini
almanlar ve başkaları için daha da arttırdı. Almanlar koloniyi 1915'te başlayan büyük savaşta, 1918 Versay anlaşması ile
Güney Afrika'ya kaptırdılar.
KATLİAMDAN KURTULANLAR KAMPLARA GÖNDERİLDİ
Katliamdan kurtulmayı başaran ve çoğu çocuk ve kadınlardan
oluşan yerliler, toplama kamplarına gönderildi.
Alman yerleşimcilerin köleleri olarak son derece ağır koşullar altında çalışmaya zorlanan yerlilerin büyük bir
kısmı, hastalık ve kötü beslenme nedeniyle yaşamını yitirdi.

Tarihçiler, kamplardakilere yiyecek olarak pişmemiş pirinç ve ölü hayvanların etlerinin dağıtıldığını, Alman idaresinin 1908'de yeniden
kurulmasına dek yaklaşık 100.000 yerlinin öldüğünü ileri sürdü. Erkeklerini
katliamda yitiren ve savunmasız kalan Herero ve Nama kadınları, Almanların
tecavüzüne uğradı. Bu kadınların
dünyaya getirdiği çocuklar da kamplarda kaderlerine terk edildi. "Köpekbalığı
Adası", bu kamplar arasında en korkuncu olarak ün saldı. Kayalık adada kaderine terk
edilen yerliler, açlık ve susuzluğun yanı sıra bölgede etkili olan şiddetli rüzgârlara
da maruz kalıyordu.
HAYATINI KAYBEDENLERİN CESETLERİ BİLİMSEL DENEYLERDE
KULLANILDI
Kamplarda hayatını kaybedenlerin cesetleri, bilimsel deneyler için kullanıldı.
Alman zoolog
Leopard Schultze, deneylerde kullanılmak üzere yerlilerin
cesetlerinden parça almasına izin verildiğini yazdı. Deneylerde kullanılmak
üzere Almanya'ya gönderilen 300 kafatasından bazıları,
iki ülke arasında varılan anlaşma sonucu 2011'de defnedilmek üzere Namibya'ya
yollandı.

Birleşmiş Milletler'in (BM) 1985'te yayımladığı Whitaker Raporu'nda
Almanların Herero ve Namalara karşı işlediği katliam, 20. yüzyılın ilk soykırımı olarak
nitelendi.
Bölge, 1. Dünya Savaşı'nda
Almanya'nın mağlup olmasının ardından, 1918'de imzalanan anlaşmayla Güney Afrika'nın egemenliği altına girdi. Namibya, ancak 1990'da bağımsızlığına kavuştu.

EDEBİYATTA VE SİNEMADA HERERO KATLİAMI

Almanların, yerli halka karşı işlediği suçlar, romanlara ve
filmlere de konu oldu. Mari Serebrov, "Mama Namibia" adlı romanında ailesi Almanlar
tarafından öldürülen 12 yaşındaki Herero yerlisi
Jahohora'nın çölde hayatta kalmak için verdiği mücadeleyi anlattı.

Thomas Pynchon da 1963'te
yayımladığı "V." adlı romanının
bir bölümünde 1904'te Köpekbalığı Adası'ndaki
toplama kampından söz etti.
İngiliz yayın kuruluşu BBC, "Namibya - Soykırım" adlı
belgeselinde Herero ve Namaların katliamını anlatırken, Halfdan Muurholm ve Casper Erichse,
"100
Yıllık Sessizlik" adlı belgesel filmlerinde büyük annesi Alman
askerlerinin tecavüzüne uğrayan 23 yaşındaki Herero kadınının öyküsünü
paylaştı.